Cuma, Aralık 29, 2006

kulplu beygir

ya bu lise-ortaokul ortamlarının bi beden hocası fenomeni vardır. bugün aklıma geldi. ne acıdır onların durumları. her ne kadar yapılı, sportif, yakışıklı, güzel olurlarsa olsunlar, her daim eşofmanla gezen bi insanı ne kadar ciddiye alabilirsinki? sosyal örtmenlerinin ceketi, kıravatı vardır zaten. onlar default otorite. fizik, kimya, biyolojici desen beyaz önlükle takılırlar sanki nasa'da araştırma yapıyo mübarek. hergün laboratuarda gen mütasyonu deneyleri yapıyo sanki. sırf üstüne başına tebeşir tozu bulaşmasın diye giyiyolardı. neyse. sonuçta onların da yalan da olsa öyle bi karizması vardı. müzikçiler desen, törenlerde karizmayı koyuyolardı onlar da. önce ses veriyo -kooorkmaaağğğğ- sanki o sesi alacaz da. sonra adeta amsterdam filarmoni orkestrasını yönetir gibi bi takım el hareketleri, mimikler falan. biz zaten o hareketleri takip ederdik hep. mesela ben stadda baya zorlanıyorum. hep o hareketleri gözümün önüne getirip öyle okuyorum istiklal marşını. neyse onların da haftada en az iki kere öyle karizmaları oluyodu. resimciler zaten sanatçı karizmasından işi götürüyolardı. ingilizceciler desen bi aksan patlatıyolardı derste, sankim gavur filmlerinin şarkı söylenen ve dolayısıyla dublaj yapılamayan kısımlarındaki gibi bi ingilizceyle karizmayı koruyolardı. ama bedenciler. kostüm desen eşofman, sıpor ayakkap. o kostüme ne bi çay yakışır, ne bi kitap. aksesuara tamamen kapalıdır yani. sadece okulda öyle gezse yine bi derece ama otobüste, dolmuşta, sokakta hep böyle bu insanlar. sosyal ortamda da sklenmeme tehlikesiyle baya bi karşı karşıya yani. bi sporu iyi yapıyolardır mesela çoğu zaman ama okulda o spora hayatını vermiş kesin bi geynç çıkar, adamı şopar eder, ordan da bi iş çıkmaz. halı saha maçlarında hakem olurlar mecburen. hakemlerin cinsel tercihleri zaten bellidir. orda da hüsran. beden dersi desen. hadi en güçlü oldukları yer falan ama orda da çok siklemezsen bi süre sonra serbest bırakmaya başlıyolar zaten. hayatta olmak isticeğim son örtmen çeşidi beden örtmenidir. ilk olmak isticeğimse ingilizce, fransızca vs. örtmenidir ama bu tamamen ayrı bi postun konusudur. sağlıcakla.

Pazar, Aralık 24, 2006

ama

dolmuşun en ön koltuğu. garip bi yerdir. yalnızsın ama sıkışmıyosun. yalnızsın ama en kıdemli -şofer- ile yanyanasın. yalnızsın ama sadece kendi paranı uzatman gerek. yalnızsın ama önünde kimse yok. yalnızsın ama kendine ait bir camın var. yalnızsın ama kazada camdan ilk fırlıcak sensin. yalnızsın ama kapını kendin açabiliyosun. yalnızsın ama. (iş bu metinde geçen yalnızlık olumsuzdan çok olumlu anlamlarıyla kullanılmıştır)

Cumartesi, Aralık 23, 2006

lecede

biraz patates baskı kıvamında olcak ama aklıma takıldı, yazmadan edemicün. televizyonda televizyon reklamı yapmak bayaa bi anlamsız bi hareket. hani böyle çılgın renkler, görüntüler, ışıklar, ambiyanslar falan oluyo ya bu reklamlarda. en sonunda kamera zoom out oluyo ve biz aslında bunları bi televizyondan izlediğimizi görüyoruz ve anlıyoruz ki o televizyon o kadar iyi gösteriyo ki renkleri, kontrastı falan, biz onu almalıyız artık. e ama biz bu reklamı bizim televizyonun görüntü kalitesi ve teknik kısıtlamalarıyla izlemiyo muyuz? şimdi patates baskı gibi olmaması için burdan being john malkovich'e bağlardım ama kasamıcün galiba. ha bi de milletimizde görüntü ve ses kalitesi fetişi oldu ama o tamamen ayrı bi konu.

Cuma, Aralık 22, 2006

inhale/exhale

hani toplu taşıma araçlarında bazı yasaklar var ya. hani bu yasaklardan biri de sigara içme yasağı ya. hani benim akıllı türk insanım var bi de. cin oluyolar genel de. ya da çok salak. bilemiyorum. hani bu türk insancıkları bu yasağın içine çekmekle alakalı olduğunu düşünüyolar ya. halbuki sigara sadece içeri çekilen bişey olsaydı ne güzel olurdu. hiç skimde olmazdı. ama gel gör ki bunun bi de dışarı üfleme kısmı var ki işte türk insanının keskin zekası o noktada devreye giriyo. bu zeki kişiler sigaralarını toplu taşıma aracının dışında içlerine çekip -bi de yarıda bırakıyo olmanın getirdiği gazla 4 litre duman çekebilme kapasitesi oluşuyo bi anda- dışarı üfleme kısmını aracın içinde yapınca bunun kurala uygun olduğunu düşünüyolar. e be gerizekalı, e be moron, e be düşünme biçimine sıçtığım... neyse zaman otosansür zamanıdır. hiçbi yerinden tutamıyorum ki. sadece amansızca küfür etmek geliyo içimden.

Perşembe, Aralık 21, 2006

havyuduin

bi yerde okumuştum ama nerde olduğunu hatırlamıyorum. sanırım bi arkadaşımın yazısı mıydı? neys. naber sorusunun anlamsızlığı. aslında çok tekrar edilen şeylerin anlamsızlaşma eğilimi vardır genel olarak ama tekrar edilen aynı zamanda cevap verilmesi beklenen bir soru olunca bu durum katlanarak çoğalıyo galiba. bu soruya cevap beklemek bazen o kadar anlamsız oluyo ki, onu ayaküstü sorulmuş olmak bile hafifletmiyo. aksine daha da ağırlaştırıyo. aslında ağır burda doğru kelime olmayabilir. anlamsız ve boş daha uygun olur galiba. ağırlaşan daha sonra durumun kendisi oluyo. bütün o fasıl. tekrar. rutin. rutin çünkü artık soru ucu açık bişey olmaktan çıkıp kendi üstüne kapanan, kendi cevabıyla birlikte gelen bi monologa dönüşüyo. bu monologun cevap kısmı dönemler halinde değişiyo. mesela benim şu andaki kalıbım "okul devam ediyo işte tezle uğraşıyorum ya." bundan bi önceki "abi okul feci bastırdı, kafamı kaldıramıyorum"du. ondan önceki "işte son sınıf olduk. klasik kaygılar falan. ehe ehe." gibi bişeydi galiba. bi süre sonra bu cümleyi söylemenin kendi başına bir performansa dönüşmesiyle içten içe, öyle olmasam bile "bok gibiyim" deme isteğiyle dolup taşıyorum. ama böyle desem bile bu durumun nedenlerinin irdelendiği başka bi döngüye girilceğini bilmenin verdiği dayanılmaz hafiflik beni durduruyo.

galiba kış geldi, benim triplerimi de getirdi. bilmiyorum. bazen zorunlu olduğumuz, sessizliğe dayanamadığımız için konuştuğumuzu düşünüyorum gerçekten. halbuki ne güzeldir sessizlik. istanbul-ankara otobüsünün sessizliği çok güzeldir mesela.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

madoğ

d: ben bi dondurmalı brovni alıyim.
g: tabi.
....
....
g: buyrun.
d: yannız bunun üstünde meyve ve meyve sosları var. menüde böyle bişey yazmıyo. ben istemiyodum.
g: evet ama meyve olmadığı da yazmıyo!
d: ...

[oldu bu gerçekten]

Cumartesi, Aralık 16, 2006

dikta4

.fındık götlü, kel, trekking ayakkabılı adamlar yasaklansın.

.default asık suratlı insan yasaklansın.

.110, 84, morötesi, redd, gece yolcuları, vb. şeyler yasaklansın. kramp, nekropsi, the climb, mavi sakal, vb. şeyler geri gelsin.

.serhanada'nın düz yazı formatında yazıp sonrasında rastgele enter'a basmak suretiyle şiir formatına getirdiği her(hangi)şey yasaklansın. bi de o nereye bakıyo öyle ya?

Perşembe, Aralık 14, 2006

salak

..içince gerizekalıca davranabiliyorum. bunu zaten biliyoduk ama artık perçinlendi bu bilgimiz. böyle bir heykel gibi dikildi karşımıza. cisme kavuştu. ele avuca gelmeye başladı.

..dinlenmek kelimesi
istihdam sanatı için yaratılmış galiba.

duzeltme:
tevriye: bir sozun birden cok anlam tasiyabilecek bicimde kullanilmasi
istifham: cevap beklemeyen sorulu soyleyis
husn-u talil: guzel sebep/sebeplendirme


..lan bissürü şey vardı aklımda, şu saçma istihdam kelimesini bulcam diye hepsini unuttum ya! alkolün salaklığı bikaç gün de devam ediyo galiba. hah hatırladım biraz. dedim ya alkol salaklaştırıyo diye, bazen rasyonalite o kadar da iyi bişey olmuyo. bazen salaklaşmak gerekiyo. akıllı bi insanın yapmıcaklarını yapmak gerekiyo. kahrolsun akıl.


..utanıyorum kendimden ama bugün kütüphaneye girdim, ders çalışanlara şöyle bi baktım ve "naapıyosunuz ya? hepiniz ölüceksiniz." dedim. evet yaptım bunu. ve o an anladım ki "ağızdan çıkanı kulağın duymaması" ne demek. işte bunlar hep
akılla alakalı hareketler. salağım bu aralar.

..dün nereye otursam kalkmak istemedim. vapur. lokanta. teleferik. çay bahçesi. otobüs. tünel. cafe. hiç kalkmak istemedim. o da salaklıktandı. çaktırmadım ama hiç.

..tabağın sonundaki, çoban salatasının suyunu çekmiş pilav gibi bişey.

..bu da gayet salak bi yazı oldu. demiştim.

Çarşamba, Aralık 13, 2006

tıp

bi takım insanlar vardır mesela. bunların ortamında konuşma olmazsa ortam gerim gerim gerilir sanki. böyle ne yapcağını bilemezsin. konuşcak konu bulmaya çalışırsın ve kısır döngüye girersin çünkü cin bir fikirle konuşcak konu açsan bile o bulunmuş, icad edilmiş, yalandan uydurulmuş bi konudur ve ömrü en fazla 4-5 cümledir. ki zaten o noktada ordan hızla uzaklaşmak gerekir bence. başka bi takım insanlarla da susamazsın. yeni tanışmış olmanın çok da önemli olmadığı durumlardır bunlar. 20 sene konuşsan yine bulursun bişeyler. hatta bi süre sonra susmak istersin içten içe ama olmaz. muhabbet harlandıkça harlanır. bu tip ilişkilerde sallamalar çok olur gibi. o kadar çok konuşcak şey bulamaz ki insan. eninde sonunda masum, pembe sallamalar girer ortama. bence çok da sorun değildir zaten. olsundur. böyle ortamlardan resmen yorgun ayrılırsın. eve gidince bi durmak isteği sarar bünyeyi. durursun. daha da başka bi takım insan çeşidi vardır ki bunların yanında susmak keyif verir insana. can'dır bunlar. zaten de susarak anlaşma seviyesi iki insanın ulaşabileceği yegane temas biçimidir diye düşünmekteyim. böyle.

Pazartesi, Aralık 11, 2006

P. S. R.

Parallel Synchronized Randomness. An interesting brain rarity and our subject for today. Two people walk in opposite directions at the same time and then they make the same decision at the same time. Then they correct it, and then they correct it, and then they correct it, and then they correct it, and then they correct it. Basically, in a mathematical world these two little guys will stay looped for the end of time. The brain is the most complex thing in the universe and it's right behind the nose.

Pazar, Aralık 10, 2006

saçepörfekdey

sabah onbirbuçukta kalkılır. yımırtalı, eski kaşar peynirli, simitli, çaylı kahvaltı yapılır. çocukluk fotoğraflarına bakılıp ne kadar şirin olduğun konuşulur, sen de dinlersin. "ne yani şimdi değil miyim?" diye aklından geçirmeye çalışırsın ama beceremezsin. dışarı çıkılır. kış güneşi taklidi yapan sinsi bahar güneşi. modakup'tan aburcubur alınır. kemal'in yerinde 3 litre bilumum sıvılar tüketilir. yürünür. vapura binilir. inilir. tünele binilir. inilir. canımciğerim'de bibuçuk et yenir. inönü'ye gidilir. güzel oynayan beşiktaş izlenir. ruunyeeeeruuuunnyeeee. nevizade'de içilir. konsere gidilir. nuvelvag izlenir. hoplanır. zıplanır. tepinilir. içilmeye devam edilir. edilir. edilir. bunların hepsi güzel güzel insanlarla yapılır. çok güzel!

Salı, Aralık 05, 2006

saj

evet saçım yavaştan extracurricular aktiviteler yapmaya başladı. artık o sadece kafa derisinden çıkan kıllar topluluğu değil! o başka bişey. hayırlısı.

Cumartesi, Aralık 02, 2006

eski yeni hop hop montaj

efenim öyle hitchcock-vari dialog çekimleriyle, post-prodüksiyon sırasında cin fikir olarak bulunduğu için sırıtan zorlama görsel efektlerle tekinsizlik hissi yaratmak insanı yeni yapıyosa bu yeni kavramında bi sorun olabilir! yani şimdi ben de burda hiçbişeyi beğenmeyen, herşeyde bi bok bulan adam gibi oldum ama özellikle bu kadar çok türk filminin vizyona girdiği, çoğunun main stream de eriyip gittiği bi sezonda kendilerine "yeni sinemacılar" gibi gayet iddialı bi isim koyan topluluktan beklentilerimin yüksek olması da normal galiba. hele ki bi de önceki filmlere baktığımda, oyunculuğa sırtını dayamış bir sinemaya doğru gitme sinyalleri veren bu güzel insanlar "keşke beni göt etselerdi" demeden kendimi alamıyorum. hokkabaz özelinde bir yapım firması ve görüntü yönetmenine indirgediğim duruma daha geniş plandan bakınca aynı motifi genel olarak (eski-yeni) türk sinemasında da görmek mümkün aslında. sanki bir filmi çekmenin görsel rejim olarak 2-3 yolu var ve aynı şekilde montajlamanın da! tek bir makinadan çıkmış gibi geliyo bana çoğu film (viva holivut!). evet bi şekilde denemelere gidiyolar yeni sinemacılar fakat son filmdeki denemeler o kadar evcilleştirilmiş ve tekrar geldi ki bana ister istemez "lalelide bir azize 'bir atımlık barut' muydu?" sorusunu getiriyo benim aklıma. umarım değildir. olmasın. senaryo içinde de bir takım problemler vardı sanki. muharrem'in metamorfozu çok hızlı olmuş bence. evet, olayın kendisi hızlı ve doğal olmayan bir dönüşümdü fakat filmde bu durum daha çok zaman atlaması gibi verilmiş. aynı şekilde bi kosova muhabbeti geçiyo ki yeme yanında yat!

güzel şeyler söyliyim biraz da. mesela müzik/ses tasarımı. mesela ilk zikir sahnesi. mesela erkan can. mesela meray ülgen. mesela güven kıraç. mesela settar tanrıöğen. mesela kostümler. en sevdiğim kısmı kötü son oldu. bu aralar iyi biten filmlere bi kıllığım var genelde zaten. hatta daha genel olarak "biten filmler"e bi tiksinti besliyorum. kader için üşengeçlik yapmayıp bişeyler yazsaydım bu bitmeyen film konusundan dem vurcaktım zira ama işte eşşeklik. ya o diil de bu erkan can mahallenin muhtarları'ndan bu noktaya nasıl geldi ya? adam yüz hatlarıyla oyun veriyo kameraya!

yani sonuç olarak (biten yazı?) yeni sinemacılar daha yeni olsalar ne güzel olur. yeni ne demekse?!