Cuma, Aralık 29, 2006

kulplu beygir

ya bu lise-ortaokul ortamlarının bi beden hocası fenomeni vardır. bugün aklıma geldi. ne acıdır onların durumları. her ne kadar yapılı, sportif, yakışıklı, güzel olurlarsa olsunlar, her daim eşofmanla gezen bi insanı ne kadar ciddiye alabilirsinki? sosyal örtmenlerinin ceketi, kıravatı vardır zaten. onlar default otorite. fizik, kimya, biyolojici desen beyaz önlükle takılırlar sanki nasa'da araştırma yapıyo mübarek. hergün laboratuarda gen mütasyonu deneyleri yapıyo sanki. sırf üstüne başına tebeşir tozu bulaşmasın diye giyiyolardı. neyse. sonuçta onların da yalan da olsa öyle bi karizması vardı. müzikçiler desen, törenlerde karizmayı koyuyolardı onlar da. önce ses veriyo -kooorkmaaağğğğ- sanki o sesi alacaz da. sonra adeta amsterdam filarmoni orkestrasını yönetir gibi bi takım el hareketleri, mimikler falan. biz zaten o hareketleri takip ederdik hep. mesela ben stadda baya zorlanıyorum. hep o hareketleri gözümün önüne getirip öyle okuyorum istiklal marşını. neyse onların da haftada en az iki kere öyle karizmaları oluyodu. resimciler zaten sanatçı karizmasından işi götürüyolardı. ingilizceciler desen bi aksan patlatıyolardı derste, sankim gavur filmlerinin şarkı söylenen ve dolayısıyla dublaj yapılamayan kısımlarındaki gibi bi ingilizceyle karizmayı koruyolardı. ama bedenciler. kostüm desen eşofman, sıpor ayakkap. o kostüme ne bi çay yakışır, ne bi kitap. aksesuara tamamen kapalıdır yani. sadece okulda öyle gezse yine bi derece ama otobüste, dolmuşta, sokakta hep böyle bu insanlar. sosyal ortamda da sklenmeme tehlikesiyle baya bi karşı karşıya yani. bi sporu iyi yapıyolardır mesela çoğu zaman ama okulda o spora hayatını vermiş kesin bi geynç çıkar, adamı şopar eder, ordan da bi iş çıkmaz. halı saha maçlarında hakem olurlar mecburen. hakemlerin cinsel tercihleri zaten bellidir. orda da hüsran. beden dersi desen. hadi en güçlü oldukları yer falan ama orda da çok siklemezsen bi süre sonra serbest bırakmaya başlıyolar zaten. hayatta olmak isticeğim son örtmen çeşidi beden örtmenidir. ilk olmak isticeğimse ingilizce, fransızca vs. örtmenidir ama bu tamamen ayrı bi postun konusudur. sağlıcakla.

Pazar, Aralık 24, 2006

ama

dolmuşun en ön koltuğu. garip bi yerdir. yalnızsın ama sıkışmıyosun. yalnızsın ama en kıdemli -şofer- ile yanyanasın. yalnızsın ama sadece kendi paranı uzatman gerek. yalnızsın ama önünde kimse yok. yalnızsın ama kendine ait bir camın var. yalnızsın ama kazada camdan ilk fırlıcak sensin. yalnızsın ama kapını kendin açabiliyosun. yalnızsın ama. (iş bu metinde geçen yalnızlık olumsuzdan çok olumlu anlamlarıyla kullanılmıştır)

Cumartesi, Aralık 23, 2006

lecede

biraz patates baskı kıvamında olcak ama aklıma takıldı, yazmadan edemicün. televizyonda televizyon reklamı yapmak bayaa bi anlamsız bi hareket. hani böyle çılgın renkler, görüntüler, ışıklar, ambiyanslar falan oluyo ya bu reklamlarda. en sonunda kamera zoom out oluyo ve biz aslında bunları bi televizyondan izlediğimizi görüyoruz ve anlıyoruz ki o televizyon o kadar iyi gösteriyo ki renkleri, kontrastı falan, biz onu almalıyız artık. e ama biz bu reklamı bizim televizyonun görüntü kalitesi ve teknik kısıtlamalarıyla izlemiyo muyuz? şimdi patates baskı gibi olmaması için burdan being john malkovich'e bağlardım ama kasamıcün galiba. ha bi de milletimizde görüntü ve ses kalitesi fetişi oldu ama o tamamen ayrı bi konu.

Cuma, Aralık 22, 2006

inhale/exhale

hani toplu taşıma araçlarında bazı yasaklar var ya. hani bu yasaklardan biri de sigara içme yasağı ya. hani benim akıllı türk insanım var bi de. cin oluyolar genel de. ya da çok salak. bilemiyorum. hani bu türk insancıkları bu yasağın içine çekmekle alakalı olduğunu düşünüyolar ya. halbuki sigara sadece içeri çekilen bişey olsaydı ne güzel olurdu. hiç skimde olmazdı. ama gel gör ki bunun bi de dışarı üfleme kısmı var ki işte türk insanının keskin zekası o noktada devreye giriyo. bu zeki kişiler sigaralarını toplu taşıma aracının dışında içlerine çekip -bi de yarıda bırakıyo olmanın getirdiği gazla 4 litre duman çekebilme kapasitesi oluşuyo bi anda- dışarı üfleme kısmını aracın içinde yapınca bunun kurala uygun olduğunu düşünüyolar. e be gerizekalı, e be moron, e be düşünme biçimine sıçtığım... neyse zaman otosansür zamanıdır. hiçbi yerinden tutamıyorum ki. sadece amansızca küfür etmek geliyo içimden.

Perşembe, Aralık 21, 2006

havyuduin

bi yerde okumuştum ama nerde olduğunu hatırlamıyorum. sanırım bi arkadaşımın yazısı mıydı? neys. naber sorusunun anlamsızlığı. aslında çok tekrar edilen şeylerin anlamsızlaşma eğilimi vardır genel olarak ama tekrar edilen aynı zamanda cevap verilmesi beklenen bir soru olunca bu durum katlanarak çoğalıyo galiba. bu soruya cevap beklemek bazen o kadar anlamsız oluyo ki, onu ayaküstü sorulmuş olmak bile hafifletmiyo. aksine daha da ağırlaştırıyo. aslında ağır burda doğru kelime olmayabilir. anlamsız ve boş daha uygun olur galiba. ağırlaşan daha sonra durumun kendisi oluyo. bütün o fasıl. tekrar. rutin. rutin çünkü artık soru ucu açık bişey olmaktan çıkıp kendi üstüne kapanan, kendi cevabıyla birlikte gelen bi monologa dönüşüyo. bu monologun cevap kısmı dönemler halinde değişiyo. mesela benim şu andaki kalıbım "okul devam ediyo işte tezle uğraşıyorum ya." bundan bi önceki "abi okul feci bastırdı, kafamı kaldıramıyorum"du. ondan önceki "işte son sınıf olduk. klasik kaygılar falan. ehe ehe." gibi bişeydi galiba. bi süre sonra bu cümleyi söylemenin kendi başına bir performansa dönüşmesiyle içten içe, öyle olmasam bile "bok gibiyim" deme isteğiyle dolup taşıyorum. ama böyle desem bile bu durumun nedenlerinin irdelendiği başka bi döngüye girilceğini bilmenin verdiği dayanılmaz hafiflik beni durduruyo.

galiba kış geldi, benim triplerimi de getirdi. bilmiyorum. bazen zorunlu olduğumuz, sessizliğe dayanamadığımız için konuştuğumuzu düşünüyorum gerçekten. halbuki ne güzeldir sessizlik. istanbul-ankara otobüsünün sessizliği çok güzeldir mesela.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

madoğ

d: ben bi dondurmalı brovni alıyim.
g: tabi.
....
....
g: buyrun.
d: yannız bunun üstünde meyve ve meyve sosları var. menüde böyle bişey yazmıyo. ben istemiyodum.
g: evet ama meyve olmadığı da yazmıyo!
d: ...

[oldu bu gerçekten]

Cumartesi, Aralık 16, 2006

dikta4

.fındık götlü, kel, trekking ayakkabılı adamlar yasaklansın.

.default asık suratlı insan yasaklansın.

.110, 84, morötesi, redd, gece yolcuları, vb. şeyler yasaklansın. kramp, nekropsi, the climb, mavi sakal, vb. şeyler geri gelsin.

.serhanada'nın düz yazı formatında yazıp sonrasında rastgele enter'a basmak suretiyle şiir formatına getirdiği her(hangi)şey yasaklansın. bi de o nereye bakıyo öyle ya?

Perşembe, Aralık 14, 2006

salak

..içince gerizekalıca davranabiliyorum. bunu zaten biliyoduk ama artık perçinlendi bu bilgimiz. böyle bir heykel gibi dikildi karşımıza. cisme kavuştu. ele avuca gelmeye başladı.

..dinlenmek kelimesi
istihdam sanatı için yaratılmış galiba.

duzeltme:
tevriye: bir sozun birden cok anlam tasiyabilecek bicimde kullanilmasi
istifham: cevap beklemeyen sorulu soyleyis
husn-u talil: guzel sebep/sebeplendirme


..lan bissürü şey vardı aklımda, şu saçma istihdam kelimesini bulcam diye hepsini unuttum ya! alkolün salaklığı bikaç gün de devam ediyo galiba. hah hatırladım biraz. dedim ya alkol salaklaştırıyo diye, bazen rasyonalite o kadar da iyi bişey olmuyo. bazen salaklaşmak gerekiyo. akıllı bi insanın yapmıcaklarını yapmak gerekiyo. kahrolsun akıl.


..utanıyorum kendimden ama bugün kütüphaneye girdim, ders çalışanlara şöyle bi baktım ve "naapıyosunuz ya? hepiniz ölüceksiniz." dedim. evet yaptım bunu. ve o an anladım ki "ağızdan çıkanı kulağın duymaması" ne demek. işte bunlar hep
akılla alakalı hareketler. salağım bu aralar.

..dün nereye otursam kalkmak istemedim. vapur. lokanta. teleferik. çay bahçesi. otobüs. tünel. cafe. hiç kalkmak istemedim. o da salaklıktandı. çaktırmadım ama hiç.

..tabağın sonundaki, çoban salatasının suyunu çekmiş pilav gibi bişey.

..bu da gayet salak bi yazı oldu. demiştim.

Çarşamba, Aralık 13, 2006

tıp

bi takım insanlar vardır mesela. bunların ortamında konuşma olmazsa ortam gerim gerim gerilir sanki. böyle ne yapcağını bilemezsin. konuşcak konu bulmaya çalışırsın ve kısır döngüye girersin çünkü cin bir fikirle konuşcak konu açsan bile o bulunmuş, icad edilmiş, yalandan uydurulmuş bi konudur ve ömrü en fazla 4-5 cümledir. ki zaten o noktada ordan hızla uzaklaşmak gerekir bence. başka bi takım insanlarla da susamazsın. yeni tanışmış olmanın çok da önemli olmadığı durumlardır bunlar. 20 sene konuşsan yine bulursun bişeyler. hatta bi süre sonra susmak istersin içten içe ama olmaz. muhabbet harlandıkça harlanır. bu tip ilişkilerde sallamalar çok olur gibi. o kadar çok konuşcak şey bulamaz ki insan. eninde sonunda masum, pembe sallamalar girer ortama. bence çok da sorun değildir zaten. olsundur. böyle ortamlardan resmen yorgun ayrılırsın. eve gidince bi durmak isteği sarar bünyeyi. durursun. daha da başka bi takım insan çeşidi vardır ki bunların yanında susmak keyif verir insana. can'dır bunlar. zaten de susarak anlaşma seviyesi iki insanın ulaşabileceği yegane temas biçimidir diye düşünmekteyim. böyle.

Pazartesi, Aralık 11, 2006

P. S. R.

Parallel Synchronized Randomness. An interesting brain rarity and our subject for today. Two people walk in opposite directions at the same time and then they make the same decision at the same time. Then they correct it, and then they correct it, and then they correct it, and then they correct it, and then they correct it. Basically, in a mathematical world these two little guys will stay looped for the end of time. The brain is the most complex thing in the universe and it's right behind the nose.

Pazar, Aralık 10, 2006

saçepörfekdey

sabah onbirbuçukta kalkılır. yımırtalı, eski kaşar peynirli, simitli, çaylı kahvaltı yapılır. çocukluk fotoğraflarına bakılıp ne kadar şirin olduğun konuşulur, sen de dinlersin. "ne yani şimdi değil miyim?" diye aklından geçirmeye çalışırsın ama beceremezsin. dışarı çıkılır. kış güneşi taklidi yapan sinsi bahar güneşi. modakup'tan aburcubur alınır. kemal'in yerinde 3 litre bilumum sıvılar tüketilir. yürünür. vapura binilir. inilir. tünele binilir. inilir. canımciğerim'de bibuçuk et yenir. inönü'ye gidilir. güzel oynayan beşiktaş izlenir. ruunyeeeeruuuunnyeeee. nevizade'de içilir. konsere gidilir. nuvelvag izlenir. hoplanır. zıplanır. tepinilir. içilmeye devam edilir. edilir. edilir. bunların hepsi güzel güzel insanlarla yapılır. çok güzel!

Salı, Aralık 05, 2006

saj

evet saçım yavaştan extracurricular aktiviteler yapmaya başladı. artık o sadece kafa derisinden çıkan kıllar topluluğu değil! o başka bişey. hayırlısı.

Cumartesi, Aralık 02, 2006

eski yeni hop hop montaj

efenim öyle hitchcock-vari dialog çekimleriyle, post-prodüksiyon sırasında cin fikir olarak bulunduğu için sırıtan zorlama görsel efektlerle tekinsizlik hissi yaratmak insanı yeni yapıyosa bu yeni kavramında bi sorun olabilir! yani şimdi ben de burda hiçbişeyi beğenmeyen, herşeyde bi bok bulan adam gibi oldum ama özellikle bu kadar çok türk filminin vizyona girdiği, çoğunun main stream de eriyip gittiği bi sezonda kendilerine "yeni sinemacılar" gibi gayet iddialı bi isim koyan topluluktan beklentilerimin yüksek olması da normal galiba. hele ki bi de önceki filmlere baktığımda, oyunculuğa sırtını dayamış bir sinemaya doğru gitme sinyalleri veren bu güzel insanlar "keşke beni göt etselerdi" demeden kendimi alamıyorum. hokkabaz özelinde bir yapım firması ve görüntü yönetmenine indirgediğim duruma daha geniş plandan bakınca aynı motifi genel olarak (eski-yeni) türk sinemasında da görmek mümkün aslında. sanki bir filmi çekmenin görsel rejim olarak 2-3 yolu var ve aynı şekilde montajlamanın da! tek bir makinadan çıkmış gibi geliyo bana çoğu film (viva holivut!). evet bi şekilde denemelere gidiyolar yeni sinemacılar fakat son filmdeki denemeler o kadar evcilleştirilmiş ve tekrar geldi ki bana ister istemez "lalelide bir azize 'bir atımlık barut' muydu?" sorusunu getiriyo benim aklıma. umarım değildir. olmasın. senaryo içinde de bir takım problemler vardı sanki. muharrem'in metamorfozu çok hızlı olmuş bence. evet, olayın kendisi hızlı ve doğal olmayan bir dönüşümdü fakat filmde bu durum daha çok zaman atlaması gibi verilmiş. aynı şekilde bi kosova muhabbeti geçiyo ki yeme yanında yat!

güzel şeyler söyliyim biraz da. mesela müzik/ses tasarımı. mesela ilk zikir sahnesi. mesela erkan can. mesela meray ülgen. mesela güven kıraç. mesela settar tanrıöğen. mesela kostümler. en sevdiğim kısmı kötü son oldu. bu aralar iyi biten filmlere bi kıllığım var genelde zaten. hatta daha genel olarak "biten filmler"e bi tiksinti besliyorum. kader için üşengeçlik yapmayıp bişeyler yazsaydım bu bitmeyen film konusundan dem vurcaktım zira ama işte eşşeklik. ya o diil de bu erkan can mahallenin muhtarları'ndan bu noktaya nasıl geldi ya? adam yüz hatlarıyla oyun veriyo kameraya!

yani sonuç olarak (biten yazı?) yeni sinemacılar daha yeni olsalar ne güzel olur. yeni ne demekse?!

Cumartesi, Kasım 25, 2006

stadyumda yerini tarif etmeye çalışan türk

-abi ayağa kalktım şimdi!
-atkı sallıyorum kanka!
-bu tarafa baksana lan!

Pazartesi, Kasım 20, 2006

abi kısayola gitçem ben

taksiciler yukardaki cümleyi söylediğinizde verdikleri tepkiye göre -inanmazsınız- üçe ayrılır.

1.olumsuz: şimdi bu arkadaşlar en sinir, efendime söyliyim en kıl tiplerdir. siz bütün efendiliğinizi takınmış, binmeden söylemişsinizdir eğile büküle. aslında hiç de böyle bi zorunluluğunuz yoktur. gerçi cevabını bile bile (en azından tahmin ederek) soru sormak da başka bi eşşekliktir ya. neyse. bu taksi şoferi kişisi de bütün -afedersin- hayvanlığıyla sizi reddeder. bu kimi zaman büyük baş hayvan estetiğinde (kapı açıkken gaza basmak ve kapının kendiliğinden kapanmasının ardından arkasına dönüp size küfür etmesi), kimi zaman küçük baş hayvan ürkekliğinde (bi takım mantıksal açıklamalar çerçevesinde neden-sonuç ilişkileri kurarak ve lafı en son "çolukçocuk" konu başlığına getirmek suretiyle aslında yolun %70ini bitirilebilecek zaman diliminde sizi nazikçe sittiretmesi) yapmalarına rağmen sonuç ve dolayısıyla kendisinin hakettiği küfür miktarı değişmez. bunların radyoları genelde bütün gün iğrenç, seviyesiz, altyapısız, kolpa türk popu çalan yavşak mı yavşak diceylerin şarkıya çalışma dedikleri programların olduğu kanala ayarlıdır. sesini de sonuna kadar açarlar.

2.olumlu: bu tipimiz ise siz malum cümleyi sarfettikten sonra adeta bir baba bir amca bir enişte sıcaklığında, bir neyzen tevfik bir yunus emre bir mevlana bilgeliğinde sizi içeri öyle bi buyur ederler ki utanırsınız. bütün istanbul'u dolaşıp öyle eve gitmek, bankadan kredi alıp o amcaya vermek istersiniz. amca elinden gelse sizi evine/sofrasına davet edecektir. bu tip taksiler kışın daha sıcak, yazın daha serin olurlar. zira birinci tip taksilerde uzun yola gitseniz bile bu konforu yakalamanız mimkin değildir. bu taksilerde genelde türk sanat musikisi ya da karadeniz yöresinden çalar. sesi o kadar iyi ayarlanmıştır ki hem muhabbete izin verir, hem müziği dinlemeye. muhabbet genelde birinci taksi tipinin varlığındaki yanlışlıktan açılır genelde ama orda fazla durulmaz. kısacık yola sığar mı o güzelim muhabbet peki? zar zor inersiniz o taksiden. nerdeyse yanında oturmayı teklif edeceksinizdir amcaya gün boyunca.

3.olumlusuzlu: bu arkadaşlar iki arada bi derede kalmışlardır. bi yandan vicdanları el vermez siz o kadar açıklama yapmışken, insanca yaklaşmışken ama diğer yandan da ("bir yandan.... diğer yandan da...." kalıbı da en az "not only....but also...." kadar tiksindiriciymiş!) içi erir yol üstünde kimbilir doğu anadolu yöresinin hangi iline gidecek müşterileri gördükçe. bunlar çok az konuşurlar. konuşsalar bile yarım ağızla konuşurlar. adeta zorla konuşurlar. şerefsizler. en pisi bunlardır. birinci tip yine bi anlık pis eletriği verirler ama sonra kaybolurlar. bunlarsa bi yolculuk boyunca ver babam ver, ver babam ver. eve girince o sırada kim varsa bi celallenirsin o pis elektriğin gazıyla. getirdiği için laf da edemezsin. ama getirmese daha iyidir. göt. bunların arabasında müzik çalmaz bile. pis elektrik havasını sonuna kadar hissetmemiz için silent treatment yöntemini seçmişlerdir. puşt.

Cuma, Kasım 17, 2006

Cumartesi, Kasım 11, 2006

Anti Noise Society



1920'ler dingilteresi ve insanlarin yapacak daha onemli isleri yokken.

tespit idman yurdu





cem dinlenmis'ten mukemmel iki tespit. cok basarili bi herif.

Perşembe, Kasım 09, 2006

bugün ne öğrendik

1. kibarca--"belgesel yerine neden kitap yapmadın?" sorusuna cevabı olan her yönetmen bir anlamda başarılıdır.
straightforwardca--arkadaşım kötü belgesel de işkence gibi bişey ya!

2. insanlar ikiye ayrılır: bıyıklılar ve bıyıksızlar.

3. beynimdeki tespit mekanizmasının şalteri kırılmış ve -tesadüfe bak!- açıkken olmuş bu olay. otobüste gözümü kapatmak zorunda kaldım lan!

4. biri yıldız ibrahimova'ya YALNIZ mastürbasyon yapmasını öğretsin!

5. bıyık insanın kendine yakışanı giymesidir.

6. türk insanının beynindeki sıra adabıyla ilgili bölüm yaşlandıkça diğer bölümlerden daha hızlı bir şekilde köreriyo.

7. yukarı tükürsen kaş, aşağı tükürsen bıyık.

8. aylavteseka.

9. umut sarıkaya beni takip ediyo olabilir.

9. bıyık.evet.

Pazartesi, Kasım 06, 2006

taxonomi

insanları ikiye ayırırım. sıraya kaynak yapanlar ve yapmayanlar.

Perşembe, Kasım 02, 2006

karadelik

ozel gunler. sozde cizgisel olan yasamimizda birer karadelik oldugunu dusunmekteyim "ozel gunler"in. malum gunlerde kisisel kirginliklar bir anda unutulur. insanlar barisir. ulkeler cumhuriyetin n'inci yillarini kutlarlar. yanlis anlasilmasin. benim de hosuma gider insanlarin barismasi, cumhuriyetlerin kutlanmasi, vesaire fakat sorun su ki bu kisilerin/uluslarin durumu "o gun"e kadar(ogun?) icler acisi bi haldeyken bir anda nasil barisilacak/kutlanacak hale gelmektedir? hangi sihirli degnek isler karistirmaktadir? neden 1 yildir temas kurulmayan insanlar aramaktadir? tam olarak 83. yildaki hangi mukemmel tabloyu kutlamaktayiz ve kutlamalarin en onemli unsurlari neden SAVAS ucaklaridir?

bir-e-bir ve orten bir yasam istiyorum.

Pazartesi, Ekim 30, 2006

dikta3

filmlerde "ya ben boyle seyler sadece filmlerde olur saniyodum!" demek yasaklanmis.

Çarşamba, Ekim 25, 2006

hokk

tee herseycokguzelolacak'tan kalan bi hevesle gidiverdim. hem de emek'te oynuyo. kacmaz. dedim ve gittim. ne bayramin birinci gunu olmasina, ne gosterimin ilk haftasi olmasina aldirmadan gittim. hevesim biraz kursagimda kaldi galiba. belki bikac kere daha izlemem gerek ama herseycokguzelolacak'i ilk izledigim gun kendime gelemedigimi hatiladikca biraz hak veriyorum kendime. nedenleri nedir diye ustune dusununce filmin, bikac sey yakaladim:

1.bayramda sokaga cikilmamali. sinemaya hic gidilmemeli.[pardon... gulmeniz zaten filmin komik oldugunu gosteriyo, bi de ustune "cokkomik laaaağğğnn!!" diye bagirmaniz gerekmiyo her espriden sonra! repeated approximately ten times!]

2.'bu bir yol filmi' diye reklamini yapiyolardi fakat bu bir yol filmi degil bence. bu filmin mekanlarindan biri arabanin icidir, evet ama bu bir filme 'yol filmi' demek icin yeterli midir? gelecegim yer su ki: aslinda filmde hicbir mekan iyi islenmemisti bence. komik ama en iyi islenen mekan iskender'in cocukluk yillarinin eviydi-toplamda filmin 2 dakikasini kapliyo olmasina ragmen. bu anlamda herseycokguzelolacak'in yanina bile yaklasamamis. belki istanbul ve bodrum sehirleri kendi baslarina cok derleyip toparlayici olduklarindan boyle bir his veriyolar ama sonucta bi degisiklik yok.

3.ha tabi bence bu durumun tek sorumlusu yonetmen ve yapimci. cemyilmaz ne kadar katkida bulundu bilemiyorum ama alitanerbaltaci zaten BKM'nin kadrolu elemanlarindanmis vizontele_episode_1'den itibaren. yapimci da BKMfilm isimli turk sinemasi icin ilk basta yararli olacagini dusundugum ama daha sonraki yillarda aslinda ne kadar zararli oldugunu farkettigim bir produksiyon sirketi. anliyorum paraniz var. jimmyjibler, dollyler, kameralar, objektifler, filtreler. ne kadar guzel hepsi. ama bunlar her seferinde ayni kullanilmaz ki! imdb sagolsun onun nedeni de uguricbak isimli goruntu yonetmeni sahsiyet imis. tabi bi goruntu yonetmeni tarz tutturmak ister ama ben vizontele'den beri ayni filmi izliyorum ya! nerdeyse tiyatro-film arasi bir genre yakalamaya calisiyorlarmis gibi butun BKM ailesi. sanki bir filmi cekmenin, montajlamanin sadece bir yolu varmis gibi. senaryo, mekan, kisiler kim olursa olsun film o sekilde cekilmeliymis gibi. aynen tiyatroda oyunu sadece bir noktadan(geleneksel italyan sahnede en azindan) deneyimleyebilecegimiz gibi. bu durum bende bi agresyon cikariyo ama nedenini de anlamis degilim. biraz tv dizisi yaklasimini andirdigindan, biraz fazla commercial kaygilarla yapildigindan olabilir. ama lutfen goruntu kullaniminda biraz daha fazla deney yapilsin artik su turk sinemasinda. (hanim koos turk sinemasina laf etti!)

filmin iyi yanlari: oyunculuk, karakter analizleri, muzik, baslangic sekansi. bence.

Cuma, Ekim 20, 2006

osbis

SU-kadikoy.22.39.sali.

yanimdaki eleman laptop'tan dizi izliyo. daha once de cok geldi basima. (sehirlerarasi yolculukta film koymalari da ayni sey aslinda.) ve her seferinde gozumu monitorden alamazken buluyorum kendimi. buluyorum evet. abartisiz bi sekilde baska bi is yapamiyorum. su anda bile alt yazilardan konuyu anlamaya calisiyorum. bunun nedeni basitce hareketli/renkli biseylerin dikkatimizi cekiyo olmasi gibi hayvansal bi icgudu olamaz. daha karmasik bi durum bence. otobusun camindaki goruntu de surekli degisiyo ona bakarsan (neye bakarsam?) ama ona bakmamaya katlaniyoruz(m). burdaki durum uretilmis imajin cekiciliginden geliyo bence. (diye cok pis geyige girmisim yazarken. simdi okurken tiskindim kendimden.iyy) "karpuz kabugundan gemiler yapmak" filminden cok da ileri gitmedik aslinda. nedenler degisti ama sonuclar ayni ve benim bazen muhendis yanim cok feci tutuyo galiba!

bi de toplu tasim araclari gibi unstable ortamlarda yazi yazma cabasi vardir ki sorma gitsin.

Salı, Ekim 17, 2006

teori2

fısıldamak ingilizceye daha mı çok yakışıyo?

Pazar, Ekim 15, 2006

eskilerden bi dörtlük

bu aralar bebeem
pötibör gibiyim
çaya tam kıvamında batırman lazım
yoksa bardağa düşerim

dikta2

terkedilmis fabrika nostaljisi yasaklansin...

Perşembe, Ekim 12, 2006

teori

insanin dogumgunu, annesiyle evlenme yildonumune mi denk gelir?

far.an.kara

12ekim2006.00.52.ankara-istanbul.katilkoc.

araba fari. far fasist birseydir. bildigin fasist. bunu en cok geceleri otoban kenarinda farkedersin. sahibine hizmet eder sadece. yolu gosterir. yardimci olur ona. ama ona sahip olmayanlara tam bir eziyettir. kör eder. ve bunu lokalde yapmaz. tavsan sendromundan bahsetmiyorum kesinlikle. o durum cok daha gercek bi deneyim en azindan. bedensel olarak paralize olmak. ama gorme yetini yitirdigin icin hayatla temasinin bir sure icin kesilmesi biraz daha yalan. aslinda boyle bi seyle yuzlestirdigi icin far bi yandan da iyi bisey. ama sellektoru kesinlikle 2. dunya savasi sirasinda alman bilim adamlari buldu. bundan eminim.


parfumun kokusu sehrine gore degisir mi? terle karisiyo aslinda burnuna gelmeden once. insanlar sehirlere gore farkli mi terlerler? bi insan sakarya caddesinde yururken evinin koridorundan daha guvende hisseder mi kendini? bir kentteki her yuz tanidik gelebilir mi? baska kentteki her yuz yabanci olabilir mi? bi laf vardir ya. yer onemli degil, arkadaslarin oldugu heryerde eglenirsin. tamamen yalan. evet, arkadaslarin oldugun yerde eglenirsin ama hep biseyler eksik kalir. dogrusu soyle bisey olabilir. ... bulamadim. zaten isim gucum elestri. bisey koydun mu su dunyaya desen. cevabim biraz olur ama o da tatmin edici degil. neyse kalibimiza geri donelim. bir metro amerikan filmlerinden bu kadar mi farkli olur? bi sehrin yollarinda yururken daha az yorulabilir mi biri? yalnizlik bu kadar mi az rahatsiz eder insani bir sehirde? ipod'daki hic bir sarki uymaz mi bir sehre? bir sehir (fon) muzigini reddedebilir mi? bir sehrin isanbula donusu disindaki guzelliklerini yakalamaktan aciz insana ne diyim ki ben?

bi insan dogumgunu huznune/coskusuna bu kadar mi yabanci olur?

Çarşamba, Ekim 11, 2006

dikta

"gerek ... gerekse ..." kalibi yasaklansin.

cizgi.adam.teyze.

ya muzik blogu isi yatti galiba yine ama boyle gunluk, anlik notlar isini sevdim galiba. du bakalim.

10 ekim 2006
15.00.istanbul-ankara.katil koc.

bisey farkettim. yola bakarken. yan seritteki yol cizgilerine odaklanirsan, uzaga odaklandigindan daha yavas geciyolar yanindan. yanibasindan. bundan bi metafora giderdim ama kendi basina yeterince yeterli galiba.

15.30.bisey dinlenme tesisi.

mola yerinde iki tip adam vardir. biri otobusten kendini atarcasina iner-ki bunlara tiryaki diyoruz. digeri otobuste yangin ciksa yerinden kipirdamaz-ki bunlara uykucu diyoruz. bi de bunlarin arasinda bi adam vardir.(iki demistim evet. cunku bu aradaki bir tip olusturacak yogunlukta degildir) bu adam hava -25 derece olsa bile kesin bi iner otobusten. ama hic acelesi yoktur. otobusten en son iner zaten. motorun durmasini bekler. bu adam mutlaka bi cay icer mola yerinde. sigara opsiyonel. cok kalabalik yerlerde durmaz. sIkIlIr kalabaliktan. malum filmdeki insan tarlalarini hatirlatan pisuarhanede buldugu ilk bos pisuara iser. rituelleri, takintilari yoktur gunluk hayatla ilgili. otantik malzemeler satan (aslinda herseyden biraz satan) dukkani kesin bi turlar ama hic bisey almaz. illa bisey almasi gerekiyosa, benzincinin marketine gider. ordaki "hersey" satma iddiasi daha mutevazidir cunku. bu adam hortumla camlar temizlenmeden once mutlaka yerini alir otobuste. gozlerin yikatmaya ihtiyaci vardir cunku.

17.40.otobus.

kulagimda bjork. hatun emotionaaal landscaapes diyo neye benzedigini bi turlu cikaramadigim sesiyle. arkamda. iki koltuga yanlamasina yatan muavin. muavin ve hosteslik kurumu hep aklimi karistirmistir esasinda. muavinlik daha cok tabi. hatta hosteslik kurumundan haz etmem hic. hostes guzeldir, hanimefendidir ama muavin can'dir. neyse. muavinlik muessesesi. surekli hareket halinde calisma durumu. sabit bir manzara olmamasi. panaromik adamlar bence muavinler. 16:9 gozleri olabilir mesela. soforden ayrilirlar ama. sofor hareketli durus halindedir. muavin ikinci dereceden hareketlidir. derhal geregi yapila! yanimda. iki (sayiyla 2) teyze. muhtemelen oruclu. otobusteki ilk serviste birer tuzlu, birer tatli alip gayya kuyusu
cantalarina attilar. ben o cantadan korkarim. teyze cantasidir o. kaptan magra adami halt etmistir o cantanin yaninda. neyse. hadi bunda bi sorun yok. olabilir. teyzedir. her gun bayramdir. ama sonra. birer tane cay istediler. tabi muavin once iki sicak su dolu bardak hazirladi ve teyzelere uzatti. bunlar olurken teyzeler pur dikkat izlediler muavini. tam bardaklari uzatirken teyzelerden nispeten daha kidemli olani "yok, biz sadece caylari istiyoruz" dedi. muavin elinde iki bardak sicak suyla paralize oldu. benim iki uc salter indi ama hayret kismini kontrol eden vana hala acikti sanirsam. bi on saniyelik restart molasindan sonra muavinle birlikte durumu idrak ettik (galiba). sonra teyzeler canta ici muzelerine birer adet lipton örlgırey sallama cay ilave ettiler. daha sonra ayni uygulamayi kolonyali mendil icin de devam ettirdiler ama bu sefer onceki kadar etkili olamadilar. (kolonya oruc bozuyo muydu ya?) ama anladim ki teyzelik ucsuz bucaksiz bir meslek. bir teyzenin nerde ne yapacagini tahmin edebiliyosan, o asla gercek bir teyze degildir. ben bunu gordum. sag caprazimda. uc yasinda bir erkek cocuk ve annesi. cok zor lan cocuk mocuk! dalga mi geciyon sen benlen? ama bjork ablayla da dalga gecmisler ki "how can you offer me love like that?" diye sormus zamaninda.

Pazar, Ekim 08, 2006

neden örbıncipsi sayin dogho?

efenim, bendeniz (vardi o nooldu yaa?), soyle bi 4-5 aydir saglam gypsy, klezmer music dinleyicisi oldum. tabi muzik sadece muzik degildir! sonra gatlif amca sagolsun bikac film izledim, biseyler okudum derken geldik nerelere. burayi muzik blogu gibi kullanmaktir niyetim ama muzik hakkinda nasi yazi yazilir pek bilmiyorum. bakicaz, bulucaz bi yontem.

blogun ismine gelince. amcamlar almislar baslarini gitmisler urbangypsy diye. gocebe olmayan cingene mi olur diye onceleri buyuk bir tiksintiyle kendilerine yaklasmis olsam da muziklerini dinleyince olayin farkli oldugunu anladim. nasil farkli oldugunu ilerleyen entrilerde umarim sizinle paylasacagimdir. baby steps... (parantez ici sizofrenisi tribine de giriyim. kim okucaksa burayi da? bu da klasik ilk blog entrisi tribi, onu da yapiyim. ohh benden guzeli yok.)

dene.me

birki